
Zeytin Yasası: Yaşam Gasp Ediliyor
Çok değil bir jenerasyon içerisinde on milyonlarca insan susuzluğa ve kıtlığa mahkûm halde yaşam mücadelesi vermek durumunda kalabilir.
30 Temmuz 2025
Zeytin Yasası diye adlandırılan, torba yasa teklifi içerisinde yer alan, zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını düzenleyen bir yasa, 19 Temmuz’da Meclis’ten geçti.
Bu yasayla birlikte artık basitçe şirketlerin önünde madenleri hayata geçirmek için hiçbir engel kalmamış oluyor. Hatta bununla birlikte acele kamulaştırmalar, mevcut doğa koruma yasalarının ihlal yolları; tarım arazilerinin, su havzalarının talan edilmesi gibi süreçler bu yeni yasayla şirketlere adeta servis edilmiş oluyor.
Daha öncesinde, 2 Temmuz’da da bir başka kıyım yasası olan İklim Yasası meclisten geçmişti. Bu yasayla da şirketlerin endüstriyel süreçlerinde uygulamak zorunda (uygulandığı zaten meçhul) birtakım tedbirler, düzenlemeler ve limitler revize edildi. Yani aslında “İklim” yasasının iklimle tek alakası onu krize sokacak yasanın ta kendisi olmasıdır.
Bu iki yasayla birlikte şirketlerin önü tamamen açılmış, hukuki engeller ortadan kaldırılmıştır. Yeryüzü ve yeraltında var olan tüm değerler, ekosistem ve dolayısıyla halk kapitalist saldırının hedefine yerleştirilmiştir.
Kapitalizmin mülksüzleştirme yasaları
Kapitalist üretim ilişkileri belirdiğinde, hatta daha öncesinde dahi, ilkel birikim diye tanımlanan bir sermaye birikimi de kendisini göstermeye başlamıştı.
Bu bağlamda öncelikle Avrupa’da başlayarak, toprakları çitleyerek çiftliklere katma, azınlık halkların, inançların mallarına ve arazilerine çökme; sömürgeci politikalar, sömürülen halkların imhası ve Hıristiyanlaştırılması; geniş kitlelerin mülksüzleştirilerek proleterleştirilmesi, burjuvazinin iktidara yürüyüşü ve ortaya çıkan burjuva hukuk gibi günümüze kadar süregelen kapitalist “gelişim” süreci oluşmuş ve gerek mikro düzeyde gerekse makro düzeyde olmak üzere bu süreç kendini yeniden ve yeniden gerçekleştirmiştir.
Kapitalizmin tarihsel gelişimi oldukça karmaşık ve ileri okumalar gerektiren bir başlıktır. Ancak özellikle geçtiğimiz günlerde meclisten geçen yeni talan yasalarını anlayabilmek ve bunları salt “doğa sevicilik”, “çevre” aktivizmi gibi içi boş ve romantik biçimlerde eleştirmekten fazlasını yapabilmek gerekir. Geçtiğimiz günlerde geçen yasaların kapitalizmin en eski dönüşüm yasalarıyla birebir aynı biçimde olduğunu görerek ve üzerinde yaşadığımız gezegendeki yaşam koşullarının her geçen gün kötüye gittiğini de bilerek mücadele etmeliyiz.
Bu kapitalist programlara ve yasalara yaşadığımız coğrafyadan örnekler vermek gerekirse; Ermeni Soykırımı sonrası Ermeni, Rum ve diğer azınlıkların mallarına el konularak sermaye birikimi sağlanmıştır.
Bununla birlikte Türk burjuvazisi ve devleti Kürdistan’daki sömürgeci pratiklerini yüzyıldır sürdürmüştür ve sürdürmeye de devam etmektedir.
Köy yakmalar, kıyımlar, yoksulluk ve feodal ilişkiler altında perişan olan Kürt halkı şehirlere göçerek ucuz işgücüne katılmış ve proleterleşmiştir. Kürdistan’da yerüstü ve yeraltı değerler, çatışma alanları gerekçesiyle şirketlere yeterince peşkeş çekilememiş ancak kırsal alan insansızlaştırılmaya ve doğa yaşanılamaz hale getirilmeye çalışılmıştır.
Bu iki durum, Türk burjuvazisinin semirip büyümesinin en iyi örnekleridir. Tabi ki Türkiye’de kapitalizmin gelişim yasaları yalnızca bu iki örnekle sınırlı değildir, her gün bu coğrafyada yaşayan herkesi etkisi altında tutarak mülksüzleştirmeye, proleterleştirmeye ve güvencesiz yaşamlara mahkûm etmeye çalışmaktadır.
Kapitalizm gelişip büyüdükçe insan üzerinde devasa bir yabancılaşma yaratmaktadır. Dolayısıyla sistematik bir şekilde baskı ve zulüm çarkları büyüyerek dönmeye devam etmektedir. Öyle ki kapitalizm, üzerinde yaşadığımız gezegeni tüm canlılar için bir mezarlığa çevirmeye doğru ilerlemektedir. Çünkü mülksüzleştirme, yabancılaşma ve endüstriyelleşme işin tabiatı gereği doğayı yok oluşa sürüklemektedir.
Kapitalizm gezegeni yemek istiyor
“Daha yüksek bir iktisadi toplum biçiminin durduğu yerden bakıldığında, tek tek bireylerin yerküre üzerindeki özel mülkiyet hakları, bir insanın bir başkası üzerindeki özel mülkiyet hakkı kadar saçma görünecek. Bütün bir toplum, bir ulus ve hatta aynı zamanda var olan toplumların toplamı, yerkürenin sahipleri değildir. Bunlar, yalnızca, yeryüzünün zilyetleridir, onun kullanıcılarıdır ve boni patres familias [iyi aile babaları] olarak, onu sonraki kuşaklara iyileştirilmiş bir şekilde bırakmakla yükümlüdürler.” (Karl Marx, Kapital Cilt III)
Kapitalizmin artı değer uğruna insanlığı, gezegendeki kaynakları ve canlılığı yok ediyor oluşu hepimizin gözleri önünde oluyor.
Bu artık öyle bir noktaya evrildi ki, gezegenimiz çok ağır yaralar almış durumdadır. Kapitalizm, tarihin çöplüğüne doğru yol alırken gezegeni de kendisiyle sürüklemek istiyor. Küresel kapitalist endüstri, fosil yakıtlar, doğanın bitmek bilmeyen talanı, su havzalarının plansızca tüketimi gibi durumlar, dünyanın her yerinde etkisini gösteren iklim değişikliğinden, kitlesel göçlere, canlıların soylarının tükenmesinden, çölleşmeye birçok majör/büyük krizlere neden olmuştur/olmaktadır.
Bu, kapitalist ekonomi modelinin kaçınılmaz sonuçları olarak başından beri önümüzde durmaktadır. Bunlar başlı başına biz devrimciler için teşhir edilmesi ve mücadele edilmesi gereken başlıklardır.
Bununla birlikte kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizmle beraber bitmek bilmeyen savaşlar askeri harcamalar, mühimmat için harcanan kaynakları; savaş ve çatışma bölgelerinde yarattığı insansız, yaşanamaz hale gelmiş arazileri ortaya çıkarmaktadır. Hatta insan da dahil olmak üzere canlılığı ortadan kaldırmaktadır.
Bu sistemin yıkıcılığı yalnızca fosil yakıtlar, “vahşi” madencilik gibi eski usül üretim biçimlerinden kaynaklanmamaktadır.
Öyle ki, yapay zeka ve veri merkezleri, sunucuları soğutmak ve onlara güç sağlayan elektriği üretmek için tatlı suya ihtiyaç duyar. Yalnızca 2022 yılında Google, Microsoft ve Meta, veri merkezlerine ve yapay zeka sunucularına güç ve soğutma sağlamak için tahmini 580 milyar galon su kullanmıştır. Bu miktar, 15 milyon hanenin yıllık su ihtiyacını karşılayacak kadar suya denk geliyor.
Kapitalizmin doğayla olan ilişkisi, dolayısıyla insanla, oldukça çarpık ve bir tarafın tamamen yok oluşuna endeksli bir ilişkidir.
Örneğin dolu bir kilerden gıdayı yalnızca almak ancak yerine hiçbir şey koymamak ancak bir histerinin ya da soygunculuğun tezahürü olabilir. Bu sistemin gezegene yaptığı şey budur.
Sonsöz olarak;
Geçtiğimiz günlerde meclisten geçen yasalar bu anlamda oldukça önemli bir noktada durmaktadır.
Bu yasalarla köylülerin hayatları altüst edilecek, mülksüzleştirilerek şehirlere göç etmek durumunda kalacaklar. Devlet bu uygulamaları kendi şovenist, ırkçı ve mezhepçi yaklaşımlarıyla da gerçekleştirecektir.
Kurulduğu günden beri “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatıyla memleketi birbirlerine ve şirketlere peşkeş çeken bu komprador burjuvalara geçit vermemeliyiz. Bu sırada gerçekleşen doğanın talanı ise işin başka bir boyutunu ortaya koymaktadır.
Çok değil bir jenerasyon içerisinde on milyonlarca insan susuzluğa ve kıtlığa mahkûm halde yaşam mücadelesi vermek durumunda kalabilir. Zira bu coğrafya çölleşmeye ve iklim değişikliğinin ilk ölümcül dalgasına yatkın bir coğrafyadır. Seller, yangınlar, beton ormanlara dönüşmüş şehirler, ilaçlı gıdalar, stres altındaki denizler (sıcaklık, müsilaj, yoğun balıkçılık), pandemiler ve daha nice kriz… Tüm bunlar gitgide kötüleşen küresel krizin ilk göstergeleridir.
Gezegenin geleceği için devrim saflarına!