
Suriye’de İç Savaş Bitti mi?
HTŞ’nin dinsel kimliğine eklemlediği etnik (Arap) kimliğini dayatması zaten sorunları daha fazla büyütmüşken, baskı dozajını giderek artırması çatışmaları alevlendirmekten başka işe yaramıyor.
13 Ağustos 2025
Temmuz ayının ortalarında, Suriye’nin güneyinde yaşayan Dürzi aşiretlerle Arap aşiretler arasında çıkan çatışmalara, HTŞ’nin Suriye Ordusu ve ardından İsrail dahil olunca yüzlerce kişi öldü ve Suriye’de ipler yine gerildi.
HTŞ, yüzünü batıya dönerek yeni bir Suriye inşa edileceğine dair güven vermeye çalıştı. Arkasına TC/AKP’yi de alan Şara hükümeti, birlik beraberlik mesajları verip duruyor. Ancak Temmuz’daki çatışmaların öncesine baktığımızda, Şara Hükümetinin Alevilerden intikam aldığını, Hristiyanlara baskı uygulamaya devam ettiğini, Kürtleri ikna edemediği için onlarla haftalarca çatıştığını görüyoruz. Bu durum Suriye’de iç savaşın bitip bitmediği sorusunu akıllara getiriyor.
Suriye’de üniter bir devlet kurmak istediğini defalarca ifade eden Şara Hükümeti, henüz iç çatışmaları durduramazken böylesi bir hedefi gerçekleştirebilmesi çok zor görünüyor. Esad rejimi, BAAS’ın demir yumruğunu devralarak bütün muhalifleri bastırarak egemenliğini korudu. Dışarıya üniter bir devlet görüntüsü veren Esed Diktatörlüğü yıkıldı. Ancak Suriye’de birliği sağlayacak toplumsal dinamikler hala çok zayıftır.
Bu sebeple Şara Hükümeti, selefi-cihatçı dayatma ve dışlayıcılıklarını sürdürüp sınıfsal, dinsel, etnik, cinsel gerilimleri ve çatışmaları körüklediği sürece iç savaş bitecekmiş gibi görünmüyor. Şara Hükümetinin, geldiği kökeni terkedip demokratik bir yönetim kurmasını beklemek büyük bir hayalcilik olur.
Hala, devlet ismini Arap Cumhuriyeti olarak devam ettirip diğer etnik kimliklere patronun kim olduğunu henüz kuruluş aşamasında göstermeye çalıştı.
Selefi-cihatçı politika, katı bir dinsel kimliğe ve dışlayıcılığa dayandığından Şara Hükümeti’nin batıya yönelmesi kendi içerisinde tutarsız gibi görünebilir. Ancak dinsel biçimli de olsa her iktidar odağının varlık koşullarını ve egemenliğini korumak için şeytanla bile anlaşma yapabildiğini tarihten sayısız kez gördük. Körfez’deki kabileci Arap devletleri de “kafir” dedikleri batıcı devletlerin hamiliğinde güçlerini/varlıklarını korumaya devam ediyor.
Şara Hükümeti ve HTŞ de ABD ve AB devletleriyle sıkı bir ilişkiye girip; bölgede devlet gücü olmaya çalışıyor. Esad ve Esad’ın hamileri olan devletleri iç savaşta “yenen” HTŞ’nin bu devletlerden güç/egemenlik istemesi garip olurdu. Geriye kalan tek seçenek batılı bloka yanaşmak gibi görünüyor olmalı. Ancak batılı blok selefi-cihatçı temellerin yontulmasını dayattıkça HTŞ’nin iç çatlakları da büyüyor.
Hala silah bırakmayan selefi gruplar olduğu gibi batılı bloka sıcak bakmayan bürokrat ve askerler bulunuyor. HTŞ’nin kendi iç dinamikleriyle üniter bir devlet kurması yeterince zor iken; ülkenin demografik yapısı ve politik dengeleri daha büyük engeller oluşturuyor.
Tahmini rakamlara göre Suriye’nin %80-85 Araplardan, %8-10’u Kürtlerden ve %1-2’si Ermenilerden oluşuyor. Arapların büyük kısmı Sünni olsa da bu Sünnilerin bazısı batıcı, bazısı Selefi olduğundan aralarında politik birlik yoktur; ki batıcıların bir kısmı onyıllar boyunca Esad diktatörlüğü ile ittifak yapmıştır. Ayrıca bu Araplardan bazısı aşiret olduğundan ve her aşiretin kendi egemenlik alanı bulunduğundan ulusal birlik önünde engel olmaya devam ediyor.
Aşiret, etnik aidiyetliği (kandaşlığı) dini, ulusal, cinsel ve sınıfsal kimliklere üstün tutar; güçlü sosyal bağlar ekseninde tek yumruğa dönüşebilen büyük politik gücü bulunan silahlı bir güçtür.
Bir nevi devlet içinde devlettir. Haliyle hem Araplar hem Kürtler hem Dürzilerin aşiret yapılanmalarına sahip oluşu, ulusal birliği ve üniter devleti fiilen engelliyor. Nüfusun yaklaşık %3’ünü oluşturduğu tahmin edilen Dürzilerin önemli bir kısmı Esad diktatörlüğünün en önemli müttefiki olduğu ve askerî açıdan gelişkin oldukları hatırlanırsa, Şara Hükümeti’nin önündeki engeller daha net görülebilir.
Esadler/BAAS döneminde aşiretlerin bazısıyla iktidar paylaşılmış; bazısı ise sürekli baskı altında tutularak egemenliğe dayalı sorunlar bu iki eksende geçici biçimde çözülmüştü.
Bu tür uzlaşı ve baskının, Ortadoğu’da uzun süremediği, hiçbir zaman ulusal birliği sağlayamadığı, devlete aidiyetli ile ortak yaşama idealini güçlendiremediği malum. Bu açıdan Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de hiçbir zaman güçlü, merkezi ve birleşik bir devlet kurulamadığını hatırlamak yeterli olacaktır.
Suriye’de aşiretler arası etnik farklılıklar da birliğe büyük engel olabiliyor. Arap, Kürt ve Dürzi aşiretler, dış saldırılara kadar kendi iç çatışmalarına kolayca ara verip birleşebiliyor. Daha fazla güçlenme arzusuyla da bir araya gelebiliyorlar.
Haliyle Esad diktatörlüğünün bile kıramadığı/zayıflatamadığı aşiretçilik hala güçlü olduğundan, Şara Hükümeti önündeki en büyü kengellerden birisi olmaya devam ediyor.
HTŞ’nin dinsel kimliğine eklemlediği etnik (Arap) kimliğini dayatması zaten sorunları daha fazla büyütmüşken, baskı dozajını giderek artırması çatışmaları alevlendirmekten başka işe yaramıyor. Her iktidar odağı gibi HTŞ de devletin merkezinde bir aidiyetlik ve meşruiyet oluşturmak zorunda olsa da benimsediği yöntemler/politikalar tersi sonuçlar türetmeye devam ediyor.
Her dini, etnik, cinsel kimliğe demokratik-anayasal haklarını vermekle en azından liberal düzlemde bir uzlaşı sağlayabilecek olan HTŞ, böylesi bir eğilimi, zayıflık, parçalanma vs. olarak gördüğünden (yani liberal bazlı bir demokrasiden bile korktuğundan) ve zaten mutlakçı, dışlayıcı selefi-cihatçı kimliğe uygun devlet ve yaşam tarzları dayatmaktan vazgeçmedikleri için uzun süre görüntüye oynamayı bırakıp baskıcı bir merkezi politikayı sürdürme niyetinde olduklarını sık sık açık ediyorlar.
Bu da iç savaşın yeni dengelerle ve biçimlerle sürebileceğini gösteriyor. Şara Hükümeti, Esad diktatörlüğünün aksine dış/bölge devletlerinin büyük bir desteğine sahip değildir; askeri gücünün aşiretlere ve ulusalcı örgütlere yetip yetmeyeceği şüphelidir.
Kürtlerin öncülüğündeki SDG’yi ezip masada azına razı etmek için uzun süre çatışmayı göze alan Şara Hükümeti, askeri hezimet sonrası geri çekildi. Yanısıra HTŞ’nin dize getirmek istediği Kürtler, SDG’li Arap aşiretler, Ermeniler veya Dürzi aşiretler HTŞ’nin devletin varlığı için bel bağladığı ABD ile ya da ABD’nin “51. Eyaleti” olan İsrail devletiyle olan gerilimleri, özellikle Kürtlerin statüsü ekseninde sürdüğünden Şara Hükümeti bu gerilim arasında sürekli eziliyor; yıpranıyor.
İsrail Devleti, kurulduğu 1948 yılından beri Müslüman Arap ya da Acemlere karşı kendini güvenceye almak amacıyla bu kimlikler tarafından dışlanan etnik ve dinsel kimliklerle ittifakı öne çıkartıyor.
Bölgedeki Maruni, Süryani, Gregoryen kiliselerle/Hristiyanlarla ittifaka öncelik verirken; Dürzi, İsmaili gibi Sünni Ortodoks tarafından ayrımcılığa, baskıya maruz kalan kesimler veya dört devlet tarafından ayrımcılığa uğrayan Kürt gibi etnik kimliklerle ittifakı önemsiyor.
Barzani aşiretiyle İsrail’in dostluğu sır değil. Bu ittifak politikasına, bütünlüklü işleyemese de İsrail için tampon işlevi görebilecek düzeye geldiği söylenebilir. Temmuz ayında Suriye’de Dürzileri bahane eden İsrail, Şara Hükümetini daha çok zayıflatıp kendisi için tehdit olasılıklarını azaltmaya çalışıyor.
Dürzi aşiretlerin en güçlü kolları Lübnan’dadır ve bu aşiretlerin lideri olan Canpolat ailesi Lübnan iç savaşı süresince ve sonrasında İsrail’e karşı savaşıp muhalefetini sürdürmüştür. Suriye ile de kan davası olan Lübnanlı Dürzi aşiretlerin aksine Suriyeli Dürziler 1969’dan beri Alevi Araplarla ittifak kurarak özellikle ordu (askeri) ve yerel yönetimlerde güçlendiler. Esad’in devrilmesi öncesi bir kısım Dürzi, SDG ile ittifak kurdu.
Dolayısıyla Temmuz ayı ortalarında İsrail’in gerekçe ettiği Dürzilerin sayı olarak çok olmadığı ancak İsrail işgalciliğinin bunu kendine dert etmediği söylenebilir. Kendine bahane/meşruiyet arayan İsrail bu bahaneyi herhalükarda buluyor.
Bu çerçevede Şara Hükümeti’nin ulusal ya da dini birliği kurması zor görünüyor. Özerklik, federasyon gibi egemenliği/iktidarı paylaşan bir rejime sıcak bakmayan Şara Hükümeti, bu merkeziyetçilik ve dışlayıcılıkta ısrar ettiği sürece Suriye’de iç savaşın bitmesi mümkün görünmüyor.
Şu an sadece silahlar kısa süreliğine susuyor. Bunu bilen ABD ve İsrail alternatif bir Suriye planı için en az dört federatif bölge kurmayı planladıklarını a basınla paylaşarak bu planı bir nevi gözdağı olarak verip Suriye Devleti’nin güçsüzlüğünü dışa vuruyorlar.
Dolayısıyla Suriye’de demokratik bir rejim oturmadan iç savaşın bitmesi ya da diktatörlüğün geri gelme olasılığının zayıflatılması mümkün görünmüyor.