
Son Geçiş: Nubar Ozanyan ve Bitmemiş Mücadele
Bu makale Nubar Ozanyan’ın ölümsüzlüğünün 8. yıldönümü vesilesiyle Ermenistan’da çalışmalarını yürüten bağımsız gazeteci Hranuş Sevanian tarafından kaleme alındı.
13 Ağustos 2025
Sekiz yıl önce bugün, Nubar Ozanyan şehit düştü. Zamanımızın en dikkat çekici Ermeni devrimcilerinden biri olmasına rağmen, kendi halkı arasında şaşırtıcı derecede az tanınıyor. Bunun sebebi kısmen, onun başlattığı mücadelenin hâlâ sürmesi—çoğu zaman da paylaşılabilecekleri sınırlayan boğucu güvenlik koşulları altında sürmesidir. Sürekli bir gerilim vardır: Onun adını duyurma, hikâyesini anlatma, ilham verme ve onu onurlandırma isteği—ve hayatını tanımlayan mücadeleyi koruma zorunluluğu. Ama bu hikâye anlatılacaktır.
Nubar bir Türkiyeli Ermeni’ydi —gerçek anlamda hayatta kalabilenlerden. Atalarının topraklarında kalmak ya da en azından bu topraklarda yaşamayı sürdürebilmek için, bu Ermeni ailesinin bir parçası hayal edilemez zorluklara katlandı; soykırımın failleriyle birlikte yaşamak zorunda kalmanın ne demek olduğunu hiç deneyimlememiş diasporalılar tarafından çoğu zaman sert şekilde yargılanan tavizler vermek zorunda kaldı. Bu, bu topluluğun dışında, hatta Türkiye’deki diğer ezilen gruplar arasında bile, pek az kişinin gerçekten kavrayabildiği bir gerçekliktir. Türk devletinin şiddet mekanizmasının ölçeği ve derinliği—yok etme mirası ve Ermenileri hedef almayı sürdürmesi—tamamlayıcılığı bakımından benzersizdir.
Araştırmacılar, Türkiyeli Ermeni deneyiminin, genel Ermeni kamu anlatılarında ve akademik çalışmalarda çoğu zaman yer almadığını belirtmişlerdir. Yazıldığında bile, odak genellikle İstanbul’un elitleri ve entelektüelleri olur. Nubar bunlardan biri değildi. Yozgatlı bir yetimdi, okulu erken bırakıp çalışmaya başlamıştı. Onun hikâyesi yalnızca kişisel yoksunluklarla ilgili değil, aynı zamanda Ermenilere karşı kökleşmiş, devlet onaylı önyargılar altında büyümekle ilgilidir. Kendi atalarının topraklarında “yabancı” ve “tehdit unsuru” olarak görülen bir halkın parçası olarak…
Onun şekillendiği yıllar, 1915 soykırımının yarattığı travmayla yüzleşmek istemeyen, bunun yerine Ermeni tarihini toplumsal hafızadan silmeye adanmış bir ülkede geçti. Nubar, yavaş ama sürekli bir şiddetin gölgesinde büyüdü: ekonomik boğma, zorla asimilasyon ve soykırımın inkârı. 1942 Varlık Vergisi, Yozgat’taki Ermeni aileleri de diğer yerlerde olduğu gibi iflasa sürükledi. Daha geniş kapsamlı Türkleştirme kampanyası, Ermeni isimlerini, kiliselerini ve okullarını kamusal hayattan sildi. Ülke genelinde sindirme, bastırma ve mülklere el koyma, kültürel yok etmenin araçları haline geldi. Diyarbakır, Sivas, Malatya, Harput, Bitlis, Adana ve Nubar’ın memleketi Yozgat gibi bir zamanlar canlı Ermeni merkezleri, toplumsal ve ekonomik olarak boşaltıldı.
Herkes zorluklara farklı tepki verir ve verilen tepki, kişinin kim olduğuna dair temel bir şeyi açığa çıkarır. Türkiye’de Ermeni olarak, hele ki yetim olarak, tüm olasılıkların aleyhine olduğu bir hayatta nasıl ayakta kalacağımı söyleyemem. Ama Nubar’ın nasıl tepki verdiğini biliyorum. Kendisine dayatılan sınırlara boyun eğmedi. Bunun yerine, onu ve halkını yok etmeye çalışan kültürel, kurumsal, tarihsel ve politik sistemlerle doğrudan yüzleşti.
Nubar’ın hayatına dair pek çok şey, sadece onunla birlikte savaşanların bildiği ve kamuya yansımayan detaylardır: İnsanüstü fiziksel gücü; silah bilgisi; kitaplara ve öğrenmeye duyduğu büyük açlık; alçakgönüllülüğü ve cömertliği. O güç ve zekâyı, Türk devlet şiddetine ve Suriye’deki vekillerine karşı Kürtler ve diğer ezilen gruplarla birlikte savaşan bir milis gücü olan Şehit Nubar Ozanyan Tugayı’nı kurmaya adadı. Silahlı direnişteki liderliği ve sarsılmaz dayanışma kararlılığı, “Ermeniler hâlâ eskisi gibi direnebilir mi?” sorusuna yaşayan bir yanıt oldu.
Onun varlığı—saygı duyulması ve tanınması—Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ndeki (AANES) 20.000’den fazla Ermeni’yi kimliklerini ortaya koymaya ve örgütlenmeye başlamaya cesaretlendirdi. Şu an, defalarca yenilgi yaşamış, en son Artsakh’ın düşüşüyle sarsılmış bir ulus için, bu başarı çok büyüktür ve çok daha fazla tanınmayı hak etmektedir.
Nubar’ın hayatını anlamak, soykırım sonrası Türkiye’yi anlamaktır: Türk devletinin şovenizmine ve şiddetine karşı sol ideolojilerin rolü; Ermeni direnişinin çok katmanlı yok etme ve boyunduruk sistemlerine karşı devamlılığı ve devrimci bağlılığın hayatta kalma ile onur arasında köprü kurma yolları. Onun yolu zor bir yoldu ama anlamlıydı.
Birçok kişi, artık devrimci Ermenilerin kalmadığını söylüyor. “Soghomon Tehliryan’lar nerede?” diye soruyorlar. “Direnenler nerede?” Bizim vardı. Nubar onlardan biriydi.
Ermeni edebiyatında, Raffi’nin Aptal adlı romanı bize Vartan’ı verir—Osmanlı baskısı altındaki 93 Harbi sırasında “mantıksız” cesaretiyle olayların gidişatını değiştiren çocuk. Roman şu ünlü cümleyle başlar: “Bayazit kuşatma altındaydı” ve kısa süre sonra Vartan, düşman hatlarının arasından ölüm-kalım mesajı taşımak için gönüllü olur. Akıl sahibi herkes reddederdi. Ama Vartan kabul eder ve “Ben giderim” der. Türk ve Kürt kuvvetlerini saatlerce oyaladıktan sonra sıyrılıp gider; bu, sembolik bir “aptallığın”—kolektif uğruna kesin ölümü göze almanın—vücut bulmuş hâlidir.
Raffi’nin şu cümlesi hâlâ yankılanır: “Tedbirli olanlar bekleyip düşünürken, aptal çoktan nehri geçmiştir.” Bu Ermeni cesareti arketipi—meydan okuma, kurnazlık ve özveri—bir zamanlar ulusal hayal gücünü beslerdi.
Bugün, böyle bir gözüpeklik yok denecek kadar az. Potansiyeli ise ihtiyat, yorgunluk ve düşmanca bir jeopolitik ortamda hayatta kalma zorunluluğu ile baskılanmış durumda. Belki de tek istisna, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri ve Artsakh Savunma Ordusu’ndaki genç askerlerdir; yok oluşa karşı cepheyi tutmuş ve topraklarını savunurken ölmüşlerdir—ama onların fedakârlığı da çoğu zaman yenilginin gölgesinde soyut bir kayıp olarak görülmektedir.
Daha geniş jeopolitik tabloda—Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın saldırgan ve yayılmacı Azerbaycan ile hamisi Türkiye’den güvence almadan verdiği tek taraflı tavizler düşünüldüğünde—direniş boşuna görünebilir. Bunun sonucu, parçalanmış bir ulusal ruhla beslenen bir kolektif eylem krizidir: Memleket liderliğine kuşkuyla bakan bir diaspora, kurumsal atalete ve eskimiş taktiklere saplanmış bir ordu, 2020 ve 2023 yenilgilerinden yorgun düşmüş bir halk.
Ama Nubar, tamamen devlet yapılarının dışında hareket ederek, direnişin hâlâ mümkün olduğunu gösterdi—tabandan gelen dayanışma yoluyla, etnik sınırları aşan ittifaklar yoluyla, teslimiyet politikasını reddederek, bunların üçünü de yapmaya imkân yaratacak yollar kurarak. Vartan gibi, nehri geçti. Türk devletinin yok etme mekanizmasına karşı, Ermeniler ile diğer ezilenler arasında bağlar kurarak direndi.
Onun yolu bize model olmalı. Küçük eylemler bile—Ermeni kültürünü koruma çalışmalarına destek vermek, Artsakh’tan gelen mültecilere kaynak sağlamak, Ermeni seslerini küresel platformlarda duyurmak, diğer ezilen topluluklarla dayanışma kurmak—onun silinmeyi reddedişini yankılayabilir.
Riskler hâlâ var. Ama onların karşısında, Nubar gibi, nehri geçmeliyiz.