
Yanan Köylerden Nöbet Tutan Dağlara: Dersim Ayakta
Bu topraklarda süren talan politikasına geçit vermemek için daha fazla dayanışmaya, daha fazla örgütlenmeye ve en önemlisi de umudu büyütmeye ihtiyacımız var.
3 Ağustos 2025
Munzur Festivali için hazırlıklara başladığımız andan itibaren hepimizin içinde tarif edilmesi zor bir heyecan vardı. Hem hazırlık süreci hem de ilk defa festivale katılacak olanların coşkusu, bizde garip ama içten bir duygu oluşturuyordu. Açıklaması kolay olmayan bir denklem gibi…
Yıllar önce devrimcilerin, gerillaların ayak bastığı bir kente, şimdi bizlerin yeniden var olması, “biz geldik” diyor olmamız bir kez daha tohumun yeşerebileceği umudunu doğurdu.
Kürdistan coğrafyasında bu tür anlar her zaman yaşanır; ancak o ana tanıklık etmek, ciddi bir sorumluluğu da omuzlarımıza yüklüyordu. Gittiğimiz her köyde topladığımız anılar, bizleri hem sarsıyor hem de yeniden ayağa kalkmamız için bir neden veriyordu.
Dersim’in görkemli dağlarının arasında bin bir türlü canlı yaşamı ve devlet terörüyle iç içe geçmiş bir gerçeklik hâkim. Bu gerçeklik, TC’nin sivil ve resmi şiddetiyle her an kendini gösteriyor. Ancak biliyoruz ki bunu değiştirecek olan bizleriz.
Munzur Festivali
Festival için vardığımızda Dersim sessizdi. Kentin üzerinde alışıldık festival coşkusundan eser yoktu. Afişler yalnızca birkaç duvarda göze çarpıyor; hazırlık havası ise hissedilmiyordu. Öyle ki, bazı esnaflar bile festivali bize soruyordu. “Yarın mıydı?” diyenler az değildi. Bu ilk temas, bize festivalin nasıl geçeceğine dair fikir veriyordu.
Ertesi gün festivalin startı verildi. Seyit Rıza Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında, festivalin bir “karakter” olduğu vurgulandı.
Yapılan eleştiriler haklıydı ama aynı zamanda mücadele çağrısının altını çizen bir yan da taşıyordu. Açıklamanın ardından stantlara yöneldik. Ne olacağını görmek için beklemeye başladık.
Stant ve yakıcı hava bizleri hayli zorluyordu. Dönüşümlü olarak dinleniyor, gelenlerle konuşuyor, sorulara yanıt vermeye çalışıyorduk. Havanın sıcaklığı gelen insan sayısını da ciddi biçimde etkiliyordu.
Ancak Partizan flamasının gölgesinde soluklandığımız anlarda, geçen araçların camları açılıyor, zafer işaretleriyle selam veriliyordu. Akşama kadar bu böyle sürdü.
Ne var ki standa gelen sadece festival katılımcıları değildi.
TC polisi, sokaklarda tacizini sürdürüyor, kitaplarımıza saldıracak cüreti kendinde buluyordu. Standımıza saldırıp bazı kitaplara el koydular.
Bu saldırılar bazı yayınlarımızı kaybetmemize yol açtıysa da, çevredeki gençlerin bizlerle kurduğu dayanışma, standı savunma kararlılığını ortaya bir kez daha koydu. O günden sonra stantlarımız daha çok ilgi gördü.
Partizan dergilerine ve gazetelere olan ilgi öyle arttı ki, bazılarını standa koyamayacak hale geldik.
Köy Yollarında Anıların İzinde
Her akşam en az bir köye gitmeye, dostlarımızla bir araya gelmeye, sorularını yanıtlamaya ve bağlarımızı güçlendirmeye özen gösterdik.
Kurulan sofralar, içilen çaylar ve anlatılan anılar; geçmişin bilgeliğini geleceğin direnişiyle buluşturuyordu.
Bazı evlerde, TİKKO gerillalarının nasıl savaştığını bizzat tanıklardan dinledik. 9 gerillanın öyküsünden PKK savaşçılarının un istemesine kadar pek çok detay paylaşıldı.
İşkenceye karşı insanların direnişi ve inadına tanık olmak, bizlere nerede susulması gerektiğini de öğretiyordu.
Modern insanın köyle ilişkisini yitirdiği bir dünyada, biz kapımız çalındığında “kim geldi acaba?” diye düşünürken; devrimci köylerde kapısını çaldığımız insanlar “alışkınız, buyurun” deyip sofrasını paylaşıyordu.
Cevizlidere: Yakılan Bir Hafıza
Ziyaret ettiğimiz köylerden biri de Cevizlidere’ydi. Burada halkın öfkesi son derece sahici ve içtendi. 1938’de ilk yakılan köylerden biri olan Cevizlidere, 1994’te bir kez daha yakılmış.
Şimdi ise madencilik bahanesiyle tamamen yok edilmek isteniyor. Ancak köy halkı sadece festivallerde yapılan ziyaretleri yeterli bulmuyor.
Kalıcı bir dayanışma ve örgütlü bir direniş istiyorlar. Cevizlidere’nin öfkesi bize yalnızca geçmişin değil, bugünün de bir hesaplaşma alanı olduğunu hatırlattı.
Sekasur: Direnişin Nöbeti
Sekasur bölgesine iki kez gittik. Partizan burada da çok sıcak karşılandı. Nöbet tutan köylüler, ellerindeki her şeyi bizlerle paylaştılar.
Çaylar, haşlanmış buğdaylar, karpuzlar ve en önemlisi sözleriyle direnişi büyüttüler. Her karşılaşmada, “Bu talana izin vermeyeceğiz, birlikte direneceğiz” diyerek bizi dayanışmaya çağırdılar.
Sekasur’un direnişi yalnızca bir maden karşıtı nöbet değil; bir yaşam alanını, bir doğayı, bir halkı savunma hattıdır. O yüzden bu bölgeye dair her temas, bizler için bir görevdi.
Bir Kentin Ayağa Kalkışı Örgütlenmeyle Mümkün
Munzur Festivali bize bir kez daha gösterdi ki, bir festival yalnızca müzikten, standlardan, konuşmalardan ibaret değildir.
O, bir karakterdir. Halkla temasın, hafızayla yüzleşmenin, tohumları yeniden yeşertmenin adıdır.
Gittiğimiz her köyde gördüğümüz, standlarda yaşadığımız, meydanlarda duyduğumuz şey şuydu: Bu kent ayağa kalkmak istiyor.
Ancak bunu yalnızca ziyaretlerle değil, örgütlü bir bilinçle mümkün kılabiliriz. Dersim’in her taşı, her ağacı, her anısı bize bunu fısıldıyor.
Bu topraklarda süren talan politikasına geçit vermemek için daha fazla dayanışmaya, daha fazla örgütlenmeye ve en önemlisi de umudu büyütmeye ihtiyacımız var.
Ve biz, o tohumları yeniden toprağa serpecek güce sahibiz.